16 Eylül 2011 Cuma

Oylat ve yarasa mağarası (Turcave Oylat mağarası)


  Cağaloğlu’nda tezgahtarlık yapıyorum o sıralar. Gelenler gidenler zaman zaman konuşulanlara istemeden de olsa kulak misafiri oluyorum. Çoğunu anlamıyorum ama bir ara “Oylat”tan söz edilince acıklı hikayesinden olacak dikkat kesildim. Anlatılan yerin , tamda benim yerim olduğuna ,o anki ruhuma uygunluğuna anında karar verdim. Çaktırmadan dinledim, Oylat’ın hikayesini. Çok güzel dinlenme yeriymiş, öylesine doğa harikası bir yer ender bulunurmuş.Beynimde şimşekler çaktı tabi, orası neresiyse mutlaka gitmeli ve bende dünya gözüyle Oylat’ı görmeliyim dedim. Bu fikrimi bir süre kendimde sakladım tabi. Her şeyin bir zamanı vardır ve o doğru zamanı bulmak için de sabırlı olmak gerekir değil mi?
Kaynaklarda, Oylat'ın tarihi Bizans dönemine kadar uzanan ilginç bir öyküsü vardır;
“Bizans İmparatorluğu zamanında İnegöl Civarı'na hakim olan Tekfur'un bir kızı vardır. Günün birinde bu kız hastalanır, yatağa düşer. Zamanın hekimleri Tekfur'un kızının derdine çare bulamazlar. Hastalık çok uzun sürer.Tekfur çok sevdiği kızının ızdıraplarına tahammül edemez. Hastayı tedavi eden hekimler kızı göz önünden uzaklaştırmak ve son bir tedavi şansı vermek üzere ormanın içindeki o zaman için adsız olan bu ılıcaya gönderilmesini tavsiye ederler. Kızı buraya getirirler, kendisinin son günleri olduğuna inanarak "ölyat" deyip bırakırlar.Çaresiz bir derdi olduğuna inanılan Tekfur'un kızı her gün bu sularda yıkanır. Gün geçtikçe iyileşir ve eski sağlığına kavuşarak babasının sarayına geri döner. O gün bu gündür Ölyat kaplıcası civar halkı tarafından bir şifa kaynağı olarak tanınır ve kullanılır. Bu şifalı su yine o sudur, fakat zaman Ölyat'ı Oylat yapmıştır. İnegöl, Yenişehir, Bilecik ve Pazaryeri'nde hala bir kısım halk Oylat'a Ölyat demektedir.”
 
Bir hafta sonu gitsek iki gün yeterdi bize. Mehmet’in işi olmazdı. O geldi aklıma ve konuştuk. Bir Ramazan Bayramı tatilini Oylat da geçirmeye karar verdik. İlk defa gideceğiz, o dönemler şimdiki kadar ulaşım ve haberleşme de yok. Atladık otobüse Bursa’ya vardık. Oradan da İnegöl’e tabi. İnegöl’den Oylat’a  iki saate bir dolmuşlar kalkıyordu. Bekledik ve çıktık Oylat’a. Bayıldım tabi, kır kahvesinden müthiş manzarayı seyrederek çay içmek bile yeterdi. Hele aslanağzına girmek için beklenen sıralar, kaplıcanın nefis ortamı, kaplıcaya girenlerden dinlenen sağlıklı olma haberleri, bizi daha da bağlıyor buraya. Şimdiki kadar gelişmiş ve tesis yönünden de doyurucu değildi tabi. Bir eski otelde konakladık. Sabahın erken saatlerinde çevreyi dolaşmaya çıktık. Bozkırdı. Bir orman yangının da yanmış, kül olmuş Oylat ormanları meğer. o dönemde yeniden fidanlarla donatılmıştı. O fidanlara bakarken, “bunlar ağaç olduğunda gelip yine buralarda oturmak lazım” diye içimden geçirmiştim. O yıllar 1979’lu yıllardı.
 
Öğlene kadar hamam o gün kadınlara aitmiş. Erkekler, öğlenden sonra girebilecek. Biz de bu arada piknik yapalım dedik, kavun, beyaz peynir................haberin tamamını okumak için 

Hiç yorum yok: