Cağaloğlu’nda tezgahtarlık yapıyorum o sıralar. Gelenler gidenler zaman
zaman konuşulanlara istemeden de olsa kulak misafiri oluyorum. Çoğunu
anlamıyorum ama bir ara “Oylat”tan söz edilince acıklı hikayesinden olacak
dikkat kesildim. Anlatılan yerin , tamda benim yerim olduğuna ,o anki ruhuma
uygunluğuna anında karar verdim. Çaktırmadan dinledim, Oylat’ın hikayesini.
Çok güzel dinlenme yeriymiş, öylesine doğa harikası bir yer ender
bulunurmuş.Beynimde şimşekler çaktı tabi, orası neresiyse mutlaka gitmeli ve
bende dünya gözüyle Oylat’ı görmeliyim dedim. Bu fikrimi bir süre kendimde
sakladım tabi. Her şeyin bir zamanı vardır ve o doğru zamanı bulmak için de
sabırlı olmak gerekir değil mi?
Kaynaklarda, Oylat'ın tarihi Bizans dönemine kadar uzanan ilginç bir öyküsü
vardır;
“Bizans İmparatorluğu zamanında İnegöl Civarı'na hakim olan Tekfur'un bir
kızı vardır. Günün birinde bu kız hastalanır, yatağa düşer. Zamanın
hekimleri Tekfur'un kızının derdine çare bulamazlar. Hastalık çok uzun
sürer.Tekfur çok sevdiği kızının ızdıraplarına tahammül edemez. Hastayı
tedavi eden hekimler kızı göz önünden uzaklaştırmak ve son bir tedavi şansı
vermek üzere ormanın içindeki o zaman için adsız olan bu ılıcaya
gönderilmesini tavsiye ederler. Kızı buraya getirirler, kendisinin son
günleri olduğuna inanarak "ölyat" deyip bırakırlar.Çaresiz bir derdi
olduğuna inanılan Tekfur'un kızı her gün bu sularda yıkanır. Gün geçtikçe
iyileşir ve eski sağlığına kavuşarak babasının sarayına geri döner. O gün bu
gündür Ölyat kaplıcası civar halkı tarafından bir şifa kaynağı olarak
tanınır ve kullanılır. Bu şifalı su yine o sudur, fakat zaman Ölyat'ı Oylat
yapmıştır. İnegöl, Yenişehir, Bilecik ve Pazaryeri'nde hala bir kısım halk
Oylat'a Ölyat demektedir.”
Bir hafta sonu gitsek iki gün yeterdi bize. Mehmet’in işi olmazdı. O geldi
aklıma ve konuştuk. Bir Ramazan Bayramı tatilini Oylat da geçirmeye karar
verdik. İlk defa gideceğiz, o dönemler şimdiki kadar ulaşım ve haberleşme de
yok. Atladık otobüse Bursa’ya vardık. Oradan da İnegöl’e tabi. İnegöl’den
Oylat’a iki saate bir dolmuşlar kalkıyordu. Bekledik ve çıktık Oylat’a.
Bayıldım tabi, kır kahvesinden müthiş manzarayı seyrederek çay içmek bile
yeterdi. Hele aslanağzına girmek için beklenen sıralar, kaplıcanın nefis
ortamı, kaplıcaya girenlerden dinlenen sağlıklı olma haberleri, bizi daha da
bağlıyor buraya. Şimdiki kadar gelişmiş ve tesis yönünden de doyurucu
değildi tabi. Bir eski otelde konakladık. Sabahın erken saatlerinde çevreyi
dolaşmaya çıktık. Bozkırdı. Bir orman yangının da yanmış, kül olmuş Oylat
ormanları meğer. o dönemde yeniden fidanlarla donatılmıştı. O fidanlara
bakarken, “bunlar ağaç olduğunda gelip yine buralarda oturmak lazım” diye
içimden geçirmiştim. O yıllar 1979’lu yıllardı.
Öğlene kadar hamam o gün kadınlara aitmiş. Erkekler, öğlenden sonra
girebilecek. Biz de bu arada piknik yapalım dedik, kavun, beyaz peynir................haberin
tamamını okumak için
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder