16 Eylül 2011 Cuma

Anne ve babalarla yayla gezisi


  Yayla yolunda telefonum çaldı. Arkadaşlarla bir ramazan günü yoldaydık. Telefonda kardeşim vardı. Nerde olduğumuzu öğrenince yanında annemin “bize su getirsin” dediğini ben de duydum. Öyle ya yayla suyu ama maden suyu. Tamam demiştim. Ama yanımızda da su koyacak kabımız sınırlıydı. Benim daha fazla su almam gerekiyordu. Yayla da iftardan sonra uğradığımız kahvehane ve bakkal, iç içeydi. Çaylarımız içerken bidon arayışımız da oldu ama yoktu kimsede boş bidon. İki tane iki buçuk litrelik cola aldım, bir gence verdim. Kahvehanede millete cola ikram etsin diye ama kimse içmedi. Oysa orada çocuklar da vardı. Ama yayla, camiboğazı yaylası.
  Oranın suyu varken kim minnet ederdi cola’ya. Ve etmediler. İçmediler. Bizde içemedik tabi ve colayı yere döküp, boşalan bidona da tuzlu su  koyarak anneme tuzlu su götürdüm. Suyu verirken annem “sadece bu yeter mi?” dedi. Ben anladım tabi ne demek istediğini..daha önceki gezilerimden döndüğümde “ben oraları hiç görmedim” demişliği geldi aklıma ve zaten demek istediği de oydu. Oraları kendi gözleri ile de görmek onunda hakkıydı. Ona helal olsundu gezmeler, yetmiş yaşına gelmişler. Onlar, gezdikleri yerleri hep yürüyerek gezebilmişlerdi.
 Peki dedim kendi kendime. Bir hafta sonrası için de kendimde sakladığım plana onları dahil ettim. Babam, annem, amcam (kayın pederim) ve eşi yengem (kayın validem).Pazar gününü bekledim. Çocukları köye bıraktım, yolcu değişimi yaptım. Amcam ve yengem çay topluyorlar. Önceden haber vermediğim için de hazırlıklı değiller. Üst-baş değişimi için evlerine gitmelerine bile fırsat vermeden bizim evden giysiler ayarladık kayın pederime ve çıktık yola. Babam bu tur durumlarda itirazcı olur genellikle, kendi karar vermediği her hangi bir olayda mutlaka bana ters gelen mantıkla yaklaşır olaya ve zaman zaman tartışırız. Ama ardından yaptıklarımın güzelliğinden söz eder, ben alışığımdır bu duruma zaten.

 
 Yine öyle oldu. Yola koyulduk ama babam “nereye gidiyoruz”diye tekrar sordu. Ben nasılsa yükümü almışım ve yola koyulmuşum. Şimdi artık nereye gittiğimizi net olarak söyleyebilirdim. Tuzlu suya dedim. Babam tuzlu suları hep sever ama her yerde de vardır, doğal maden suyu. Hem babam, öyle bir suyu Bayburt’un eski adıyla Ermene yeni adıyla da Pamuktaş köyünde bulmuş ve insanlığa kazandırmış biri. Ama biz onun çıkardığı tuzlu suya değil de Gümüşhane’nin Ilıca köyündeki acısuya gidiyorduk. Yine ramazandı. Babam, “içemeyeceğimiz suya niye gidiyoruz” deyiverdi. O yakın sanıyordu. Oysa ben hedefi söylemiştim ona, yol güzergahı konusunda bir şey dememiştik. Köyde yola çıkmadan hafif bir yoklama çekerken annem ve kayın validemin nereye gitmek istediği konusunda bana “görmediğimiz yerler olsun” demişlerdi. Ben de onlara bu yaşlarına dek görmedikleri yerleri göstermek, tanıtmak üzere yola çıkmıştım zaten.

 
 Asfalta indik. Gideceğimiz yere iki ayrı yoldan gidebilirdik. Otomobili acıyıp, asfalttan gitmek çok kolay olan yoldu ama ben onu değil de tam tersini seçtim. Hem nostalji yaşasınlar ve hem de görmedikleri yerler olsun diye yolun az bir kısmında onlarında tanıdık bildikleri yolu tercih ettim. Karadere yolunu. Trabzon’un üzerinden gidilebilen çoğunluğu asfalt yolu seçmedim. 205 kilometrelik bir yolculuk bu ama yayla çoğunluğu. Yayla yolları olarak bakılırsa bu baya bir zamandı. Öğlen saatlerinde çıktık ama akşama yani iftara 7 saatimiz var.
 Babam “yünlülerimi giymedim, üzerime bari palto alsaydım” deyişinde haklıydı ama ben kalorifer yakarım onları üşütmezdim. Girdiğimiz yol aynı zaman da annemin babamın amcamın defalarca yolculuk ettiği, büyükbaş hayvanlarla gittiği yollardı. Her bir virajda, her bir handa her bir kaya da veya su başında maceraları olmuş, anıları yaşamışlardı üstelik araba yolu yokken di tüm bunlar. Gerçi araba yolu yapılınca da olmuş ama onlar daha çok, araba yolunun olmadığı yıllardaki patika yollarda çektikleri sıkıntıları unutmamış tabi. Ama geçmişte yaşananlar konusunda babamın hafızası anneminki kadar sağlam değildir pek. Babam bir olayı anlatırken çoğu zaman annemin desteğini alır. Zaman zaman tartışırlar ama annem gününe varıncaya kadar ve o yaşanan anı da kimler varsa onları da sayıp kanıtlarla konuşunca babam geri adım atar ve annemin söylediklerine gelirdi. Babam okumuş kendi devrinin gerektirdiği kadar ama ne annem ve ne de kayınvalidem okul yüzü görmemişlerdi. Okuma yazmayı da bilmezler hala ama onların konuşma ve kavrama veya anlama sistemleri farklı ve bizimkinden de çok da geri değil. Annem, ağabeyimin ilkokul yıllarında alfabeyi ondan öğrenmiş, harfleri tanıyor ama okuyup yazması Türkçe de yok. 

 
 Kaşıkçı, Anas, Bifara, Erenler, Dağbaşı’nı geçtik. Goloşa’ya geldik burada bir alabalık üretim çiftliği var. Balıkları ufak ama ne de olsa Karadere suyunda yetişiyor. Oradan kişi başına 2 tane gelecek şekilde balık aldık. Henüz onlarla paylaşmadığım kendi planımca iftarı onlara ızgara balık vereceğim hemde tuzlu suyunun başında. Arabada ızgaram ve kömürüm de var. O niyetle aldık balıkları. Biraz da balık seyrettikten sonra koyulduk yola. .Sarımehmet hanlarını, Toroslu’yu geçtik Çatak’a geldik. Orada ana yol Bayburt’a devam eden Araklı’nın Turizm Merkezi Pazarcık’tan giden yoldu ama biz Çatak’tan Karameşe ve Yağmurdere yoluna saptık. Hes (Hidro Elektrik santralı) inşaatı var burada, yükseldikçe su tünellerini seyrediyor ve anne ve babamlardan Karameşe’nin bitmez tükenmez virajlı yollarının hikayelerini dinleyerek çıktık.
 Bir güzel bitki vardı ormanda, meyveleri var. Bir fotoğraf çekeyim dedim, indim. Tırmandım biraz, yolun hemen üst kısmında ama traf. Ayaklarım kaysa da kurumuş çalılara asılarak istediğim fotoğrafları çektim. Kıpkırmızı meyvesi de var ama ben tanımıyorum bitkiyi. Bir de numunesini aldım, arabada babam başka bir isim söylediyse de annem “germeşe bu” dedi. Sonra Tokat’tan germeşeyi tanıdığını anlattı. Meyveleri “yenmez “dedi. Ama görüntüsü güzeldi. Sonra bir ara annem ve kayınvalidem şu çamlardan bir “gudal” bulsak dediler. Ama aramızda bir “çevreci” tartışması yaptık ve çevre kazandı. “gudal”, karadeniz’de özellikle karalahana yemeklerinin yapımında yemeği çırpmak, veya yoğurt çırpmaya yarayan  4 veya 5 dallı çam ağacı doruğuna deniyor.
 Karameşe’de bizim yol aldığımız yol sonradan yapılmış araba yolu tabi. Oysa babamlar, yıllar önce bu ormanın patika yollarını çıkarlarken öğlen vakti bile güneşi görebilmek için saatlerce yol alırlarmış, öylesine akşam karanlığını andıran ürkütücü bir yürüyüş düşünsenize. Artık, o devirde ormanlardaki vahşi hayvanların varlığı veya onların saldığı korkuyu belki tedirginliği saymıyorum bile, zaten onun için adına Karameşe denmiş ya bu orm.................haberin tamamı için 

Hiç yorum yok: