8 Eylül 2009 Salı

aydıntepoe





Posted by Picasa

8 Temmuz 2009 Çarşamba

Yanboli'da sinor kavgası!


  Bir Pazar günü karadeniz sahil yolundan giderken  kahverengi  “Santa Harabeleri” diye yazılı tabelayı görünce yanbolu köprüsünden girdim o yola. Yol dediysem elbette sahil yolu gibi bir yol beklentim yok ama en azından normal bir köy yolu da olsa sadece stabilize veya toprak olur ama “yol” olurdu. Burası ne öyle bir turizm yolu ne bir belde yolu ne yayla yolu veya ne de köy yolu olduğuna karar veremedim.  Her türlüsü var, sanki yollardan bir kokteyl yapılmış gibi ama bir şantiye yolunu andırıyor.
 Kılıçlı köyünün yeni ve genç muhtarı  Ali Kemal Boz, “yolu da yaz” diyen köylülerine  “sıkıntı olur arkadaşa, yük etmeyelim”  diye yol konusundaki sıkıntılarını dillemekten çekiniyorlar. Yanbolu deresi, aslında Trabzon’un Arsin ilçesine bağlı ama dereboyu yukarıya doğru çıktığınızda aynı dere, hem Araklı, hem Arsin ve hem de Yomra’nın hatta daha da gidilirse Gümüşhane’nin Yağmurdere beldesinin de sınırlarına giriyor. Belki de bu yüzden dir, yolun garip ve sahipsiz oluşu. Hangi ilçenin mülki amirine şikayet edeceksin bu yolu, her birinin sorumluluk alanları birbirine girmiş durumda. Örneğin Yomra’nın Maden ve Kılıçlı köyleri, Arsin’in önceleri Başdurak olan ama belediye olunca Atayurt adını alan eski adıyla meşhur Mesohor’u, Araklı’nın Taşönü, Karatepe  ve Çankaya beldesinin yine bu vadide olması, belki buraya hizmetin götürülememesindeki bürokratik  bir handikaptan kaynaklanıyor.
 Yani Yanbolu  vadisine bir hizmet yapılacaksa öncelikle Trabzon valisinin bu durumu bilmesi ve Yomra, Arsin ve Araklı kaymakamlarını bu vadide ortak hareket etmeleri konusunda özel dikkatlerini çekmesi gerekir ki, o vadide oturan insanların yüzü gülsün. Yoksa, her bir ilçe kendi sınırları içinde hizmet götürmeye kalkarsa böyle bir vadide de doğal olarak “yol kokteyli” gibi bir görüntüden kurtuluş olamaz. Evet yanbolu deresi üzerinde de HES santralleri inşaatları var ama onlara daha yeni başlandı. Yani yol sorunu bu vadide hiç bir zaman giderilmedi. Oysa bu yol, sahilyolu....................haberin tamamını okumak için tıklayın

10 Haziran 2009 Çarşamba

Karadeniz de bir karı-kocanın fotoğraf öyküsü


  Makinayı elimde görünce “bize alaaddinle bir resim çek da” dedi. Bunu içten söylediğini anladım, Alaaddin eski tip sayılan Karadenizlilerdendi. Hani bilmeyenleriniz vardır diye tekrarlayayım, sevdiğine “aşkım, bitanem, cicim, gülüm” demek isteyen ama bunlardan hiç birini hiçbir zaman söyleyemeyen, baş başa kaldıklarında bile söylemeye kalksa da beceremeyen ve belki “gülünç” olmaktan  kendini eşinden de sakınmaya çalışan erkek tipi. Bizim teyzeoğlu Alaaddin..
 

 
“Tamam” dedim, söz verdim. Eşine aşık olan bir genç kadın, istiyor ki, nur topu gibi evlatlarına kocasıyla çekilmiş bir fotoğraflarını bıraksın, ölümlü dünya..Bir çok düğün ,dernek gezmiş olmalarına rağmen bir araya gelip te yan yana bir fotoğraf çektirememişler. Aslında Karadenizli genç kadın bunu çok istemiş olmasına rağmen Alaaddin’in  günümüze göre o biraz eski sayılan “huy”u veya alışkanlıkları yüzünden bir türlü gerçekleşmemişti. Aile büyükleri de vardı içerde, onların yanın damı olmalıydı bu fotoğraf diye düşündüm. Her şeyin açık olmasını, Allah’ın bildiğini kullarından gizlemenin çok da anlamlı olmadığını düşündüm ve olduğu gibi olayı kendi seyrine bıraktım. Ben sadece makinamı aldım ve onların yan yana düştüklerinde fotoğraflarını çekmek istedim.
 Seher ablanın ne olduğunu hala anlayamadığımız(!) Türk kahvesini bahane edip, o kahve servislerinin yapılması sırasında Alaaddin’in annesinin önünde eşiyle ilk kez fotoğraflarını çekecektim. Ama sadece Alaaddin’in annesi Hatun teyze yoktu orda ablası seher ve de onun “hafız abi” dediği, benim de dayım Ahmet Ali de oradaydı. O da teyze ziyaretine gelmişti. Ama fırsat bu fırsattı. Kahvelerin(!) servisini yapıyordu genç kadın,  birkaç kare çektim ama bir yandan da eşine işaretler ediyor ve gönlünün istediği bir poz olsuna çabaladığını gözlüyordum.olmadı. Onun istediği bir fotoğrafın çekilemediğini anladım, kahveleri sunumundan.
 Tam o sırada tabi koyu bir sohbette var ortamda. Yurtdışından yeni gelmiş ve teyzesinin evlenmemiş kızı seher ablaya takılıyor Ahmet Ali dayım, “senin nişanı ne zaman yapıyoruz. 62  yaşına geldin, ben hala bekliyorum o günü görmeyi” diyor ama zaten sürekli takılırmış, teyzesinin kızına. Televizyonlarda 80 yaşındaki insanların huzurevlerinde bile yuva kurma gayretinden söz ediyor. Ama utangaç tavırla ve birazda sert çıkışıyla Seher abla, dayısının oğluna “ee bana koca lazım değil, olanları da gördük. Bırak bırak, iş ara............................haberin tamamını okumak için 

6 Mayıs 2009 Çarşamba

Bir varmış bir yokmuş gibi


İyidere üzerinden bir asma ahşap köprü ile karşıya geçiyorsunuz. Orada Bakkal, kahvehane ve kendin pişir kendin ye tarzı bir lokanta var. Ama orası, aslında Şimşirli köyünün patika yolunun ilk ayağı. Köyden yaya olarak ilçeye gitmek isteyen veya ile gitmek isteyenlerin köyden inişteki ilk durakları yani.
 
Rize’nin İkizdere ilçesine bağlı Şimşirli köyünden söz ediyorum. Anlamışsınızdır sanırım. Haber tarzı anlatırsınız olayı, birileri görsün ve bir şeyler yapsın istersiniz ama bizim ki o türden bir haber de değil. Daha çok, dinlenilmesi gereken yerler vardır, hani insanlarda iz bırakmayı başaran. İlçenin adını verince hemen aklınızdan geçirebileceğiniz türden yerler. İkizdere’nin hani bir köyü vardı belki hatırlarsınız Avrupa Birliği Fonlarından köylerine 350 bin avro hibe çıkmıştı da onu  “bunun altında başka bir iş vardır” diyerek geri çeviren ve  istemeyen köylülerin köyü  burası. Hani girişindeki levhada “avcı ve seyyar satıcı giremez” yazılan köy. 
 
İkizdere’nin Ilıca köyündeki kaplıcaya giderken sık sık uğradığım bir yer vardı bu köyde. Köylülerin belki hala farkında olmadıkları ve kıymetini bilemedikleri bir yer. Mutlaka kadir ve kıymetini bilenler vardır ama ben yeterince değerlendirilemediği anlamında söylüyorum bunu. Düşünün kocaman bir kayanın içinden doğal maden suyunun aktığı bir dere yatağını. Bir yanda tertemiz akarsu diğer yanda tertemiz ve kocaman kayayı delerek onun içinden akan bir doğal mineral su. Burada piknikte yaparsınız, çocuklarınızla rahatlıkla bir güzel gün geçirebilirsiniz. Şehir yorgunluğunu atar, bir güzel dinlenebilirsiniz. Bulunmaz bir adeta saklı sayfiye yeri.
 
Asma köprü demiştim ya oranın hemen ilerisinde işte bu bahsettiğim yer. Rize-İkizdere devlet karayoluna mesafesi toplasanız yüz metre bile değil, hemen yolun kıyısında bir yer ama saklı dedim ya. Özellikle sormanız lazım, yoksa bulamazsınız. İşte tam da benim bu sözünü ettiğim yerde bir eski ahşap bina var. Issız, kaderine terk edilmiş bir yapı. O henüz harabeye dönmemiş ama belki birkaç yıl daha ayakta durabileceğini düşündüren Karadeniz evinin hemen önünde de yine köyün patika yolunu sağlayan bir köprü vardı. Öyle çok fazla emek ve masrafla yapılmışa benzemiyordu ama neticede bir köprü görevini hakkıyla yerine getiriyordu. O köprünün üzerinde fotoğraf çekilenler vardı, hatıra olsun diye. İyi ki çekilmişlerdi o fotoğrafları. Aynı manzarada bir yeni fotoğraf çekilmek isteyenler artık böyle bir köprüyü arasalar da bulamazlar çünkü o köprüyü sel almış götürmüş artık.
 
Biz ailece buraya gittiğimiz de o köprüden geçmiş ve sigara içmek için babamlardan uzaklaşmıştık. Gerçi o köprüden kırk metre yukarda da başka bir köprü daha var ama artık o köprünün de pek işe yaradığı söylenemez çünkü asıl yük, bu yıkılan köprüdeydi. Yukarıdaki köprüye ulaşmak için zaten bu sel sularının süpürüp götürdüğü bu köprüye ihtiyaç vardı ama o artık yok olmuş. 
 
Şimdi siz böylesine bir saklı sayfiye yerinde ilk gördüğünüz manzarayı yeni baştan göremezseniz bir tuhaf olmaz mısınız sahi? Eski bir evin önündeki yine eski yıllardan kalma ama o zamanların belki de en güzel ufak, taşlar ve betonla yapılmış ayaklar üzerinde  duran köyün başlangıç köprüsüydü bu köprü. Eskiden ahşap köprüler vardı, beton köprü ayaklarında  topu topu bundan otuz yıl kadar önce yapılmaya başlandıydı. Bölgede yaygın olan ahşap kültürüydü çünkü,  o köprüde ahşaptı kısmen, köyün tarihini köylülerden dinleme fırsatım olmadı ama mutlaka bu köprünün yapımında da bir köylü dayanışması olmuştur zamanında. Kimbilir belki yine o dayanışma yeniden canlanır Şimşirli’de.
 
Fotoğraflar aslında tüm bizim anlatmak istediklerimizin en yalın ve sade anlatıcılarıdır. Onun için fotoğraf ağırlıklı yazıları önemsiyorum. Ben neyi ne kadar anlatsam da o fotoğrafların hakkıyla anlattıklarını mümkün değil anlatmış olamam. Keşke O Şimşirli köyü sakinler...................yazının devamı için tıklayın