5 Aralık 2008 Cuma

Bayburt’un yılanları


Sanırsınız ki Bayburt’un her tarafı yılanlarla istila olmuş, adım başı “yılancı”lar ve sizin peşinizden koşturuyorlar. Hele bir de gerçekten sizin bir yerinizin sektiğini görmesinler. Çarşaf (Çar) giymiş kadınlar, koşturur peşinizden, ellerinde yılanlarıyla.Yok bu her zaman böyle değil Bayburt’ta. Bayburt, kültürel değerleriyle, tarihi varlıklarıyla, yer altı kentleriyle, yeni bulunan mağaraları ile ve manevi önderleri olanda bir ilimiz ama ben özellikle yeni kuşağın ilgisini çekeceğini umduğum için öncelikle yılanlarını yazmak istedim.
 
Tek başına gerekçeniz “yılanları görmek” olsa ve kalksanız Türkiye’nin her hangi bir yerinden Bayburt’a gitseniz de, inanın buna değer. Olabildiğince özgür bir piknik de diyebilirsiniz, müthiş bir dinlence de ve tabiî ki eğlence de hem de yılanların arasında. O köy, Bayburt’un ovalarında, pınarların yerden kaynadığı zaten adını da o pınarlarından almış, Kırkpınar köyü.(Çıphınıs) Bayburt’un- Gümüşhane-Trabzon Devlet Karayolu üzerindeki  yolu Akşar (Balahor) beldesi’nden sapılarak köye ulaşılıyor. (Yolları toprak ama asfaltı aratmıyor)
 
Genellikle “yılanlı tedavi”, “yılanlar ürküttü”, “doktor yılanlar” gibi başlıklarla haberlere konu edildi Kırkpınar. Gerçekten de Mayıs’ın 19’unda Atatürk Samsun’a çıktı ama o tarih, Kırkpınarlılar için köylerine ziyaretçi akınının başladığı gündür aynı zaman da..Çünkü, o gün aynı zaman da Mayıs ayının üçüncü haftasıdır. Ve toprağın ısınmasıyla da eski adı Çıphınıs yeni adıyla  Kırkpınar’ın kayalarından çıkan boyları bir metreyi de aşan yılanlar, güneşlenmek üzere yer yüzüne çıkarken, bunu fırsat bilen köylüler de sabahın ilk ışıklarında bu Kırkpınar’ın genel anlamda “pınar” ama yöredeki adlarıyla da “Göze”lerin olduğu tepede yılanları sahipleniyorlar.
 
Bir bahaneniz olsun diye özellikle “yılan”larını öne sürüyorum yoksa sizin yılanlarla işiniz olmasa da gidilmesine değecek kadar güzel bir köy burası. İnsanıyla, doğasıyla, pınarlarıyla ki zaten ben o pınarlarının aşığıyım daha çok, çıktıkları yerde dere oluşuyor düşünsenize. Yani Çoruh nehrinin doğduğu gözeler işte bu yılanları ile ünlenen Kırkpınar köyünde. 
 
Yılanların hikayesini duyduğumda ben de inanmadım ama kafama koydum gitmeliyim diye ve bir iki derken her gittiğimden yeni bir şeyler öğrendim. Yaptığım haberler ulusal anlamda yayın yapan Tv’lerden de ilgi görmüştü. Bir keresin de  Nurseli İdiz,1995 yılında Prizma adlı programı(Show TV) yapıyor. Bu programın 50.ci programının mihmandarı ben sayılırım. Çünkü o proğramda işlediği 5 ayrı konuyu ona veren ve o konuları işlerken de onu kendi arabamla götürmüştüm.(Benden kapısını açmamı bekliyordu, fena bozum etmişimdir. Bölgemin tanıtımıdır dedim ve hatırını kıramadığım Orhan Kaynar’ın ricası üzerine gezdirmiştim). Nurseli İdiz’i Kırkpınar’a götürdüm ama yılanlar yok, doğaya salınmışlar. Neyse bir delikanlıya bir miktar para verip, arattırdık zar zor bir tane yılan bulabildi ve hani Nurseli İdiz, yılanı göğsüne koydurmuştu.
 
Neyse, yılan aslında adı söylendiğinde bile insana soğukluk veren bir isimdir ama Kırkpınar’ın Yılanlarını tanıdıktan sonra artık çekinmiyorsunuz. Çünkü onlar zehirsiz yılanlar. Zaten, hastalıklı bölgelerde kendileri oturuyor ve kendileri kalkıyor, “seans bitti” diyorlar. Bu seans arasında yılanın sahibi, oradaki buz gibi pınarlara sokuyor yılanları, yıkıyor ve ardından farklı hastalara gidiyor. Kırkpınar’da özellikle yaşlı bayanların öncülüğünde çocuklarla bu yılan tedavisini yapıyorlar. Köyün erkekleri bu işe karışmıyor. 
 
Her yıl piyasanın durumuna göre de Yılanlar için belli bir ücreti de tabiî ki sahipleri belirliyor. Gelen talebe göre iki, üç, beş bin lira gibi seans üzerinden ücretlendirme yapılıyor. Ha siz de gidin, onlardan yılanları isteyin, alın ve oynayın buna ücret almıyorlar tabi. Sadece yılanları doğaya salmamanız yani elinizden kaçırmamanız gerekiyor tabi.
 
Bu Güneşlenmek üzere doğada yer yüzüne çıkan yılanlar, sahiplenicileri tarafından besleniyor. Süt ve toprakla. Toprak konmuş bidonlara doldurulan yılanları akşamları evlerine götürüyorlar ve onlara süt veriyorlar. Biraz büyük yılanlara tavuk yumurtası da dahil özel önem verildiği ve yılanların daha büyük be besli gözükmesini de sağlamaya çalışıyorlar. Çünkü yılan ne kadar büyükse onun yaptığı tedavinin daha güçlü olduğuna inanılıyor. Ve zaten  hastalar tarafından da yılanın büyüğü seçiliyor. Yılancıların elindeki yılanları siz bakıyor ve beğeniyorsunuz ve “aha tamam bu yılanla beni tedavi edin” diyorsunuz. Onun için sadece yılanların sahibi olmakla iş bitmiyor ve o yılanı beslemek de maharet istiyor.
 
Özellikle son yıllarda Kırkpınar’ın bu yılanlı tedavisi artık turizm hareketine dönüştü. Öyle ki Mayıs ayı gelmeden başlıyor yılanlıdan söz edilmeye. Mesela Annem, benim aklımda olmasa da bana bunu hatırlatır. Çünkü, en ufak kardeşimin yüzünde bir yara vardı. Gitmedik doktor bırakmamıştı ama olmadı. Verilen ilaçlar bir türlü çare olmamıştı. Annem, özellikle onun için gidelim istedi ve gittik. Gerçekten de yıllarca tedavi edilemeyen o yüzdeki yara şifa buldu ve tekrarlamadı da. Annem bunu bildiği için Yılanların tedavi gücüne candan inananlardandır. O, çevre köylerden de minibüslerle özel olarak yılan tedavisine giden ve sonradan iyi olan arkadaşlarından da biliyor bunu.
 
Kimileri buna “psikolojik” olay diyebiliyor ama yılan tedavisini görmüş ve şifa bulmuş hastaların anlattıkları o psikolojik olay diyenleri hep yalanlıyor. Yılanların tedavi ettiğine inananlar arasında bende varım kuşkusuz. Olaya salt tedavi açısından da bakmıyorum 

Hiç yorum yok: